Bilinmeyen Adanın Öyküsü (José Saramago) kitap incelemesi - Ahmed Yasir Orman

Bilinmeyen Adanın Öyküsü (José Saramago) kitap incelemesi

 Bilinmeyen Adanın Öyküsü kitap incelemesi

Yazar:José Saramago
Sayfa Sayısı:64
Yayınevi:Kırmızı Kedi Yayınevi
Puanım:8/10

           
Bilinmeyen Adanın Oykusu
  Ne zamandır Jose Saramago’ya başlamak istiyordum. Yazarın en iyi kitaplarından biri olan Körlük’le başlarsam kitaptan ve yazardan istediğim verimi alamıyacağımı bildiğimden önce yazarın kısa bir kitabıyla ısınma turu atmaya karar verdim. Bu düşüncemle de geçen ay aldığım e-kitap okuyucuya “Bilinmeyen Adanın Öyküsü” kitabını yükledim ve bu cihazda da ilk defa bir kitap bitirmiş oldum. Kitaba başladığım da ilk dikkatimi çeken konuşmalarının ardı ardına virgüller yardımıyla dizilmiş olduğuydu. Araştırmalarım sonucunda da yazarın virgül ve noktadan başka noktalama işareti kullanmadığını öğrenmiş oldum. Güzel mi olmuş derseniz. Şahsen ben tüm noktalama işaretlerinin kullanılması taraftarıyım. Tabi arada böyle farklı yöntemler okumak da güzel oluyor ama yazarın bu yöntemi biraz okumayı güçleştiriyor. Bazen hangi karakter konuşuyordu yahu diyebiliyorsunuz. Tabi bu kitap masalımsı ve basit bir anlatıma sahip olduğu için kolay bir anlatımı olduğu için çok sorun yaşamıyorsunuz. Kitabı okurken az da olsa Küçük Prens tadı almadım dersem de yalan olur.
               Kitap bizi bir sarayla karşılıyor. Bu sarayın bazı kapıları varmış. Kral hep armağanlar kapısının önünde bekleyerek hediyeleri beklerken istekler kapısındaki insanların isteklerinin krala ulaşması gecikip duruyormuş. Yazar burada devletlerdeki saçma sapan düzendeki bürokrasileri çok güzel eleştiriyor. Bir istek krala ulaşana kadar en az 10 kişiye aktarılıyor ve bu 10 kişi de sadece istekle ilgilenmek yerine diğerine isteği söylediği için iş uzayıp gidiyor ve en son bir hizmetçinin insiyatifine kalıyor. Yani saçma bir durum ortaya çıkıyor. Size bu olayı  biraz somutlaştırayım. Lise yıllarında tel takıyordum ve bu telin ücretini özelde bile yaptırsan sigorta sayesinde devlet ödüyordu. Bu nasıl mı oluyordu? Öncelikle para senin cebinden çıkardı. Daha sonra bu çıkan parayı alabilmek için diş hastanesine giderdin. Hastanenin içinde macera başlardı. En az 10 yeri gezerdin. Birisi ağzına bakar gerçekten tel takıyor mu diye. Birisi bir imza atar falan. Tabi imza atacak kişi yoksa beklersin iki saat. Yahu devlet karsılıyor niye baştan para verirsin? Devlet direk doktara versin işte. Ama yok illa uğraşacan saçma evraklar için. Neyse fazla uzatmadan bu istekler kapısına bir gün bir adam geliyor ve isteğini sadece krala söyleyeceğini söylüyor. Bu adam çok azimli biri olduğu için asla kapıdan ayrılmıyor ve kral sonunda merakından kapıya gelir. Adam bilinmeyen bir ada bulmak için kraldan bir gemi istiyor. Tabi kral sert bir dille tüm adaların keşfedildiğini söylüyor. Niye insan çoğu zaman sadece gördüklerinden yola çıkarak bu kadar kesin konuşabilir ki? Sonuçta keşfedilmiş adalarda keşfedilmemişken hala yerlerinde duruyordu ve insanlar gene tüm adaların keşfedildiğini düşünüyordu. İşte insanoğlu çoğu zaman gözleriyle görmeden bir şeye inanmayı reddetmek istiyor. Reddetmek yerine sorgulama yoluna gitmesi en iyisi olacaktır. Allah’ı yok sayan bir insan da kesin dille yok olduğunu söyleyeceğini var olabileceğini düşünüp az sorgularsa eminim bu kadar kesin konuşmayacaktır. Neyse biz konuya dağıtmadan kitaba dönelim.
Tabi istekler kapısında aynı anda sadece bir kişi isteğini belirtebildiği halk toplanmış ve hemen adamın isteğinin kabul edilip ayrılmasını istiyor. Tabi bakıyor kral millet sesini yükseltmiş kızmaya başlamış mecbur isteğini kabul ediyor. Burada şunu görmeliyiz ki her yapılan iyilik gerçekten içten geldiği için yapılmamaktadır. Çoğu zaman iyilikler bir çıkar için yapılır ne yazık ki. Dışardan bakan biri de vay be halka bak ne iyi insanlar, kral da çok iyiymiş yahu diyebilir ama olayın iç yüzüne baktığımızda hepsinin kendi çıkarları için bu iyilikleri yaptıklarını görebiliyoruz.
Adam şu cümlelerle insanın kral bile olsa aciz bir varlık olduğunu gösterek bize ne kadar cesaretli biri olduğunu gösteriyor:
     ,Tekneler olmasa sen bir hiçsin, oysa tekneler sen olmasan da rahatlıkla denize açılabilirler, (Kırmızı Kedi Yayınevi)
               Keşke her zengin ve mevki sahibi insan bu adam gibi düşünebilse de dünya daha yaşanılabilir hale gelse ama işte bu kadar toz pembe bir hayat istiyorsak masallarda yaşamamız gerek.
              
Bilinmeyen Adamın Oykusu
Adam bu adayı kendini bulabilmek için aradığını söylüyor. Çünkü adama göre kendinden dışarı çıkmadıkça kendini göremezsin. Tamda yıllardır ben de bu durumu düşünürdüm. Dışarıyı, başka insanları çok güzel gözlemleyip, bir fikir de bulunabilirim ama kendime baktığımda sadece bir sis bulutu görebilirim. Mesela şu yazı olayında bile habire arkadaşlarıma lütfen objektif eleştirin derim. Çünkü harbiden yazdığım yazının güzel mi ya da kötü mü olduğunu kestiremiyorum. Bu yüzden de başkalarının fikirlerine çok önem veriyorum. Adam da belki bilinmeyen adayı bulduğunda kendimi öğrenirim umuduyla bu yolculuğa çıkmak istiyor. Bu yolculuğunda da ona eşlik etmek isteyen biri var: Adamın azmine hayran kalan kralın hizmetçisi. Adam bulamayınca hiç bir tayfa yapmak istediği istediği işten cayar gibi olsa hizmetçi onu tekrardan cesaretlendirir ve ikisi bu bilinmeyen adayı aramaya çıkarlar. Yazar burada bize ne olursa olsun başarıp başaramıyacağımız belli olmasa bile bir işe başladık mı sonunu görene kadar çabalamamızı öğütlüyor. Tabi ne kadar haklı tartışılır. Çünkü insan başarısız olacağını bile bile bir işe girerse işin sonunda başarısız olacağından üzülebilir. Tabi baştan başarısız olacağını bilen bili niye sonunda üzülsün ki? Zaten hep başaramayacağını biliyor. Neyse fazla saçmalamadan kitaba geçeyim.
               Kitapta bir de hizmetçinin durumu dikkatimi çekti. Hizmetçi yeni yerler bulma yeni şeyler yapma umuduyla kararlar kapısından geçip saraydaki hizmetçilik görevini bırakıyor ama gene de gemide de hizmetçi olarak bu işine devam etmiş oluyor. Bazen ne kadar uğraşsak da bazı şeyleri değiştirdiğimizi düşünürken kaderimizin aynı monotonlukta ilerlediğini farkedemiyoruz.
               Kitabn sonunu da yazar bize bırakmış diyebilirim. Bu iki maceracının ne yaptıklarını bilmiyoruz. Heralde yazar sonunu okuyucuya bırakarak adam gibi okuyucularında kendi benliklerini bulmasını istemiş olabilir. Neyse bu kadar yeter heralde yazı da uzamadan bitireyim. Herkese bu kitabı öneririm. İnşallah bu yazardan başka kitaplar da okuyacağım. Bu arada şimdi aklıma geldi. Yazar gibi bu yazımda ben de sadece nokta ve virgül kullanabilirdim. Ama şimdi bu kadar yazdım, değiştirmesi zor olacak. Bir de zaten ben bazen tüm noktalama işaretlerini kullanırken bile anlaşılmaz olurken bir de yazar gibi sadece iki noktalama işareti kullansaydım iyice ortaya okunmaz olurdum. Neyse neyse. Fazla saçmalamadan ve bu yazı 1000 kelimeyi geçmeden burada bitiriyorum. Herkese bol kitaplı günler diliyorum.

Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.

Yorum Gönder

0 Yorumlar