Parmak kaldırın. Aramızdan bir Steve Jobs seçiyoruz! - Ahmed Yasir Orman

Parmak kaldırın. Aramızdan bir Steve Jobs seçiyoruz!

         
steve jobs ahmed yasir
Geçen hafta üç gün boyunca Uludağ Üniversi'nde Ulit’in düzenlemiş olduğu 11. Reklamcılık ve Pazarlama Günleri’ne katıldım. Benim için çok faydalı bir üç gün oldu diyebilirim. Markaları yakından tanımış oldum ve içimdeki girişimci ruhu bu üç günle biraz daha alevlendi. Bu yüzden programda emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Şimdi oturup tüm üç günü anlatmayacağım. Size programdaki konuşmacılardan birinin üzerinden ülkemiz açısından büyük bir sorunumuzdan bahsetmek istiyorum. Neyse lafı uzatmadan ben konumuza yavaştan girmeye başlayayım.
Murat Şaylan'la birlikte (Fotoğrafı da ne kötü çekmişim.)
 Pazartesi gününün son konuşmacısı bütün gün yanımda tüm konuşmacıları dikkatle dinleyen Marka Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi Murat Şaylan’dı. Daha konuşmasına başlar başlamaz tüm gün yorulmuş olan beyinleri kendine çekmeyi başardı adeta. Sesiyle, mimikleriyle tüm salona hakimdi. Kendisi bizlere “İletişiminize kaç puan verirdiniz” diye sorduğunda koca salonda bu soruya 10 puan verebilecek kişi sadece kendisiydi. İşte bu kadar özgüvenli bir insanın konuşmasını dinlemekteydik. Tüm konuşma boyunca “Neden bizden de bir Steve Jobs çıkmıyor?” üzerinden gitti. Aranızdaki cevherleri çıkaracağım diyerek tüm salona umut ışığı soktu. Şimdi oturup koca konuşmayı size özetlemeyeceğim. Zaten konuşma sırasında da hiç elimde kağıt kalem not tutmadığım için(!) pek de bir şey hatırlamıyorum. Neyse lafı uzatmadan konuya gireyim demiştim ama hala lafı uzatır gibi bir halim var. Konu neydi onu da hatırlamıyorum ama şimdi aklıma geldi de harbiden bizden niye Steve Jobs çıkmıyor? Açılın, ben Steve Jobs olmaya karar verdim! Ya da dur önce bir anneme sorayım izin verecek mi?
Ülkemizde aşırı başarılı diyeceğimiz insanların sayısının gerçekte az olmasının en önemli sebebi başarı kelimesine olan bakış açımızdır. Ülkemizde başarı; sınavda alınan not veya ay sonu aldığın maaşın miktarıyla kıyaslanıyor. Türkiye’de ay sonu 5000 lira alıyorsan kimse senin işini sorgulamaz. Hele bir de sigortan varsa(!) yeme de yanında yat. Ya da hiç çalışılmayıp ya da son gece iki gün sonra unutulacak şekilde çalışılıp da alınan iyi not eftaldir. Durum işte bu kadar vahimken nasıl başarılı olalım başka bir açıdan bakacak olursak nasıl bu doları düşürelim ki?
İlk olarak yapmamız gereken şey kafamızın içindeki yıllardan beri gelen başarı algısını yok etmek “Aga ben böyle iyiyim” diyorsan da yapabileceğim hiçbir şey yok. Yavaşça okumayı burada kesebilirsin. Eğer ki bu cümleyi okumaya hala devam ediyorsan da  senle baya yol kat edeceğiz diyebilirim. Şimdi kafamıza bir inek öğrenci tipi getirelim. Elindeki her zaman bulundurduğu bir kitapla gözündeki iki mercekle sınıfın en önünün vazgeçilmesi olan biri. Belki şuan bu yazıyı okuyan kişi bu tanıma uyuyor. Eğer bu tanıma uyuyorsan ve de bu kümeye girmenin tek amacı sınavlardan en iyi notu almaksa derhal bu sayfayı terk et. Sana pek bir şey kazandıramam. İneklemende sana bol şans. Ya da dur sen de. Amaç herkese farkındalık kazandırmak sonuçta değil mi? Eğer ki bu kümeye giren biri değilsen de muhtemelen uzaktan bu kişilere garip gözle bakıyorsundur. Emin ol o kümedekiler de sana garip gözle bakıyordur. Birbirinize garip gözle bakışırken de hayat elinizde yitip gidiyor. Şimdi bu kümedeki insanların asosyal olduğu fikrini derhal kafamızdan atalım. Okuyan insan kesinlikle asosyaldir lafı tamamen  yanlış bir tezdir. Çoğu insanın böyle düşünmesinin sebebi de sosyallik kavramına olan bakış açısıdır. Sosyallik denilen şey bir kafede saatlerce sohbet etmek değildir. Emin olun bütün gün oturulan bir kafede edilen muhabbet her saat başı en başa döner ama kimse pek fazla bunun farkında olmaz. Bu yüzden sosyallik dediğimiz şey arkadaşımızla bir yerde uzun süre oturmak değil doğru kişiyle, doğru zamanda ve doğru mekanda bulunabilmektir. İşte bunu yapmaya başardığımızda sosyalliğin başarıya katkı sağlamasına vesile olabiliriz.
Artık okuyan kişilere garip gözle bakmayı yavaştan bıraktığımıza göre bundan sonra yapmamız gereken şey: okumak. Bol bol okuyacağız. Bana göre bir Dostoyevski ya da Charles Dickens okumamış insan yarım insandır. Sadece bunları da değil elimize geçen işe yarar her şeyi okuyacağız ki başarılı olalım. Sakın şu son yazdıklarıma ön yargıyla yaklaşmayın. Bilgi sınırsızdır, elbet herkes bunun içinde bir şeyler bulur, tabi ilgilenene. İlgi yoksa bilgi de olmaz unutmayın. Emin olun bir süre sonra zevk aldığınızı bile hissedeceksiniz. En basitinden şuan okuduğum kitap Zygmunt Bauman’dan “Sosyolojik Düşünmek”. Bu kitaptaki “Özgürlük ve Bağımlılık” adlı makaleyi okurken adeta bilginin beynime gidişine zevkle ortaklık etmiştim. Emin olun çoğu başarılı ve ülkesine katkı sağlayan insan başarısının uğrunda yüzlerce kitabı hatmetmiştir. Yani başarılı bir insan gördüğümüzde sakın “Şansı tutmuş da adam buralara gelmiş” demeyin ya da kaderinize sövmeyin. Unutmayın kötü giden kaderimizi değiştirmek bizim elimizde.
Bir hastalığımız da ertelemek. Her şeyi erteliyoruz. Hele ki elimize akıllı telefonlar geldikten sonra bu erteleme işi baya bir arttı. Şuan bile iki dakika telefonuma bakıp az dinlendikten sonra şu yazıya devam etmek istiyorum. Ve de itiraf ediyorum. Son cümlemi yazdıktan sonra “Harbiden iki dakika telefonuma bakıp biraz uzanayım” dedim ve o deyiş ardından uyudum, kalktım, kahvaltı ettim, gene telefonumla uğraştım falan filan. Kısaca 13 saat boyunca bir daha bilgisayarın başına oturmadım. Yazımı dün gece bitirip şuan başka bir yazı yazıp bitirmek varken sonuç; bitmemiş upuzun bir yazı. İşte bu tarz durumları sadece ben yapmıyorum. Hepimiz yapıyoruz. Bir işi ilk gün yapmak yerine son gün yapmaya beynimizi alışmışız. Üstelik son gün gelene kadar kafamızda yapmamız gereken iş meşgul ediyor, bizi strese sokuyor. Bu sefer de hiçbir işi doğru düzgün yapamadan bir hiç olarak mezarın yolunu tutuyoruz. Başarılı olmak, bu ülkeye faydalı olmak istiyorsak ertelemeyeceğiz. Unutmayın 10 saniye sonra bile yaşayacağımıza garanti veremiyorken niye bir şeyleri erteleyelim ki?
Erteleme hastalığından vazgeçtiğimizi varsayarsak artık işimize bakabiliriz. Ama burada sıkıntı işimize ne kadar bakacağız? Sadece işin bitmesini mi arzulayacağız yoksa işimizden sonraki boş zamanımızı hayal ederek mi tüm işi götüreceğiz? Bunların hiçbiri değil. Bir işteki misyonumuz elimizden gelenin en iyisini yapmak olacak. Sonuçta o anki vaktini o işe vermeye kabul etmişsin. Niye bu zamanını daha verimli kullanmayasın ki ve bunu da her iş de uygulayacaksın. Sabahki kahvaltından tut geceki uykuna kadar her şeyde uygulayacaksın.  Sabah iki yumurta yiyeceksen o iki yumurtayı en iyi şekilde kıracaksın. Otobüste misin o anı en verimli şekilde kullanabilmek için eline bir kitap alacaksın ya da uyuyacaksın.  Sınıfa mı girdin artık o sınıfta iki saat bulunmayı kabul etmiş durumundasın. O zaman o iki saatte öğretmenden alabileceğin tüm bilgiyi almaya çalışacaksın. Öğretmensen de öğrencilere maksimum verimi verebilmek için uğraşacaksın. Yani anlayacağınız yapmak için kabul ettiğiniz şeyleri en iyi şekilde yapabilmek için elinizden gelen en iyi gayreti göstereceksiniz. Bunu sadece iş olarak da düşünmeyin. Eğlenirken de maksimum seviye de eğlenmesini bileceksin. Arkadaşınla yarım saat sohbet mi edeceksin. O yarım saatin yarısında telefonunla uğraşmayacaksın ki yarım saat yapacağınız o sohbet bir saate dönmesin. Unutmayın yaptığınız iş de kendinizi yeterli görüp yerinizde sabit görmeyi kendinize yediriyorsanız birilerinin sizi geçmesi kaçınılmaz olacaktır.
Başarılı olma yolunda daha bir sürü madde sıralanabilir ama burada bitireceğim. Son olarak bir şey daha eklemek istiyorum. Sistemi sadece kuru kuruya eleştirmeyeceksin. Eleştirirken her zaman bir şeylerle uğraşacaksın. Bir batağın içine batan insanın kurtulmak için bir yol aramak yerine sadece “Bu batağı buraya kim koydu?” diye sadece ağlaması ne kadar saçmaysa sistemi sadece eleştiren insanda aynı bu örnekteki şahıs gibi saçmadır. Batağa batıp sadece ağlayan insan da unutulmaya mahkumdur sistemi kuru kuruya eleştiren de.

Neyse yahu! Lafı daha fazla uzatırsam saçma kişisel gelişim kitaplarına döneceğim. Ondan burada bitiriyorum zaten daha fazla yazsam ne olacak ki? Ben bile dediklerimin hepsini yapmıyorum(!) Ama en önemli olan şey yapmak için çaba sarfediyorum. Çaba sarfediyorum ki birgün ben de şu ülkeme en iyi şekilde faydalı olabileyim. Bir de bir şeyler yapmak için çaba sarfederken sizi eleştiren çok insan olacak ve bu eleştirilerin çoğu sizin şevkinizi kıracak. Burada tek yapmanız gereken “Elalem ne der?” lafını bir kenara bırakıp amacınıza dosdoğru ilerlemek ve sonunda göreceksiniz siz de bir Steve Jobs olmuşsunuz.

Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.

Yorum Gönder

0 Yorumlar