Fahrenheit 451 (Ray Bradbury) kitap yorumu - Ahmed Yasir Orman

Fahrenheit 451 (Ray Bradbury) kitap yorumu

Fahrenheit 451

Yazar:Ray Bradbury
Sayfa Sayısı:238
Yayınevi: İthaki
Puanım: 7/10 

                
Aslında internette bu kitapla ilgili yüzlerce inceleme olduğunu bildiğimden bu yazıyı pek yazmak istemesem de gene üç beş bir şey kararamak iyidir diyerek oturdum bir Pazar akşamı, iki saat beklemiş yarı soğuk çayımı yudumlarken yazıyorum bu cümleyi. Neyse biz kitabımızı iki üç cümleyle irdeleyelim en iyisi.
                1951 yılında yazılmış bu kitabın ismindeki Fahrenheit bir sıcaklık birimi, 451 Fahrenheit ise kağıdın yanma sıcaklığı. Yani öyle okudum daha düşük sıcaklıkta yanarsa gelip bana çatmayın. Bir distopya örneği olan kitabımızdaki dünyada tüm kitapların okutulması ve  saklanması yasaklanmış. Millet televizyonlardaki evlendirme programlarıyla uyutuluyor. İtfaiyeciler yangın söndürmek yerine kitap yakma işine girişmiş. Toplum da bu duruma seve seve kabul etmiş. Yani alan memnun, veren memnun o yüzden çok şey etmemek gerek derken baş kahramanımız olan itfayeci Montag bu hayata meydan okuyan bir genç kızla tanıştıktan sonra “Bu hayat Acun’un programlarını izleyerek geçmez yahu!” diyerek bir el atmaya karar veriyor ve evine bir kitap getiriyor tabi adamın karısının kafa Zuhal Topaç’da kim kime girecekte kaldığı için pek devlete baş kaldıran kocasına destek olmuyor. Bu durum Montag’ın umrunda mı? Kafasına takmış, “bu hayatta ben de artık sahneye çıkmalıyım” diyerek açıyor kitapları karıştırıyor. Kitaplar uğruna işinden de oluyor, monoton geçen hayatınında. Ardından devletin kendisini takip etmeleri falan filan.
                Kitaptaki gösterilen devletin aslında hiçbir zorlaması yoktu. Sadece insanların popüler kültüre uyma çabasından ortaya çıkan bir sorun vardı. Yani devlet bireyleri tek tek ele almak yerine koca bir kitleyi televizyon aracılığıyla çok güzel uyuşturabilmişti. İnsanlar, çevrelerindeki insanların da kendileri gibi monoton ve saçma bir hayatları olduğunu gördükleri için kendi hayatlarını pek fazla yargılamıyordu. Bu duruma bütün gün takım elbise içinde bir şirkette çalışan adamın koca bir taraftar kitlesinin etkisiyle futbol maçının ortasında sahaya atlamasını tipik bir örnek olarak verebiliriz. Anlayacağınız insanlar topluluk içinde yaptıkları hareketlerinin ne kadar mantıklı olduklarını pek fazla tartamıyorlar. Tarttıkları zaman da kitabımızda ki karakter gibi “Hastır lan ben napıyorum böyle!” gibi tepkiler verebiliyor. O yüzden kafalar çok uyuşmadan her gün az da olsa kitap okumak gerek ki beynimize iki faydamız dokunsun.
Kitabın konusu, ana fikri ne kadar güzel olsa da beni içine çekemedi ne yazık ki. Okurken o kadar da zevk alarak okuduğumu söyleyemem. George Orwell’in 1984’ünü daha bir zevkle okumuştum. Bu sorun çevirmenden de olsa gerek ama Ray abimiz de daha iyi yazabilirdi. Tabi kitapta çok güzel alıntı yapılacak cümlelerin saysı da baya fazlaydı. Neyse siz olumsuz eleştirilerime bakmayın. Kısa bir kitap zaten. Açın okuyun olsun bitsin.

Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.

Yorum Gönder

0 Yorumlar