Fahrenheit 451
Yazar:Ray Bradbury
Sayfa Sayısı:238
Yayınevi: İthaki
Puanım: 7/10
Aslında internette bu
kitapla ilgili yüzlerce inceleme olduğunu bildiğimden bu yazıyı pek yazmak
istemesem de gene üç beş bir şey kararamak iyidir diyerek oturdum bir Pazar
akşamı, iki saat beklemiş yarı soğuk çayımı yudumlarken yazıyorum bu cümleyi.
Neyse biz kitabımızı iki üç cümleyle irdeleyelim en iyisi.
1951 yılında yazılmış bu kitabın ismindeki
Fahrenheit bir sıcaklık birimi, 451 Fahrenheit ise kağıdın yanma sıcaklığı.
Yani öyle okudum daha düşük sıcaklıkta yanarsa gelip bana çatmayın. Bir
distopya örneği olan kitabımızdaki dünyada tüm kitapların okutulması ve saklanması yasaklanmış. Millet
televizyonlardaki evlendirme programlarıyla uyutuluyor. İtfaiyeciler yangın
söndürmek yerine kitap yakma işine girişmiş. Toplum da bu duruma seve seve
kabul etmiş. Yani alan memnun, veren memnun o yüzden çok şey etmemek gerek
derken baş kahramanımız olan itfayeci Montag bu hayata meydan okuyan bir genç
kızla tanıştıktan sonra “Bu hayat Acun’un programlarını izleyerek geçmez yahu!”
diyerek bir el atmaya karar veriyor ve evine bir kitap getiriyor tabi adamın
karısının kafa Zuhal Topaç’da kim kime girecekte kaldığı için pek devlete baş
kaldıran kocasına destek olmuyor. Bu durum Montag’ın umrunda mı? Kafasına
takmış, “bu hayatta ben de artık sahneye çıkmalıyım” diyerek açıyor kitapları
karıştırıyor. Kitaplar uğruna işinden de oluyor, monoton geçen hayatınında.
Ardından devletin kendisini takip etmeleri falan filan.
Kitaptaki gösterilen devletin aslında hiçbir
zorlaması yoktu. Sadece insanların popüler kültüre uyma çabasından ortaya çıkan
bir sorun vardı. Yani devlet bireyleri tek tek ele almak yerine koca bir
kitleyi televizyon aracılığıyla çok güzel uyuşturabilmişti. İnsanlar,
çevrelerindeki insanların da kendileri gibi monoton ve saçma bir hayatları
olduğunu gördükleri için kendi hayatlarını pek fazla yargılamıyordu. Bu duruma
bütün gün takım elbise içinde bir şirkette çalışan adamın koca bir taraftar
kitlesinin etkisiyle futbol maçının ortasında sahaya atlamasını tipik bir örnek
olarak verebiliriz. Anlayacağınız insanlar topluluk içinde yaptıkları hareketlerinin
ne kadar mantıklı olduklarını pek fazla tartamıyorlar. Tarttıkları zaman da
kitabımızda ki karakter gibi “Hastır lan ben napıyorum böyle!” gibi tepkiler
verebiliyor. O yüzden kafalar çok uyuşmadan her gün az da olsa kitap okumak
gerek ki beynimize iki faydamız dokunsun.
Kitabın konusu, ana
fikri ne kadar güzel olsa da beni içine çekemedi ne yazık ki. Okurken o kadar
da zevk alarak okuduğumu söyleyemem. George Orwell’in 1984’ünü daha bir zevkle
okumuştum. Bu sorun çevirmenden de olsa gerek ama Ray abimiz de daha iyi
yazabilirdi. Tabi kitapta çok güzel alıntı yapılacak cümlelerin saysı da baya
fazlaydı. Neyse siz olumsuz eleştirilerime bakmayın. Kısa bir kitap zaten. Açın
okuyun olsun bitsin.
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
0 Yorumlar