Hikayeyi okumadan önce ufak bir açıklama yapayım. Yazıyı 2015'in mayıs ayında yazmışım. Harddiskte gezerken denk geldi. Okuyunca hoşuma gitti niye paylaşmayayım dedim. O sıra İstanbul Şehir Üniversitesinde okuyordum. Belki hatırlarsınız geçen sene kapanan üniversite. Ahmet Davutoğlu kurucularındandı. Üniversitede bir sürü kedi olurdu. Bu kediler de baya yediğin yemeği gelip önünden alan cinsten. Bu yüzden kedi taraftarları ve kedi karşıtları diye iki gruba ayrılmıştı okul. İşte aklıma gelmiş böyle bir hikaye yazmışım. Lafı fazla uzatmayayım. Umarım beğenirsiniz.
Şehir Üniversitesi'nde okurken yemekhanede çektiğim bir kedi |
İki ay önce doğmuş
bir sarı bir kedi vardı üniversitenin kampüsünde. Annesi dışarının çok kötü
olduğunu ve cehennemden farksız olduğunu buranın ise onlara kıymetliler
tarafından verilmiş bir lütuf olduğunu söylerdi. Bu yüzden küçük kedi dışarıdan
hep korkardı. Dışarıya şöyle uzaktan bakmaya bile korkardı. Her zaman
şükrederdi burada yaşadığından. Buranın kıymetlerinden mahrum bırakılmamak için
kıymetlilere karşı ibadetlerini en iyi şekilde yapmaya çalışırdı. Eğer yapmazsa
bu ibadetlerini buradan kovulacağını düşünürdü.
Küçük
kedi bir cuma günü ibadethanede bekliyordu. Habire pencereden güneşe bakıyordu. Güneş tam tepeye geldi mi
ibadet zamanı gelecekti onun için. Sabırsızlıkla bekliyordu bu anı. Bir daha
bakınca güneşin tam tepede olduğunu gördü. Küçük kedinin kalbi küt küt atmaya
başladı. Kapıdan ilk kıymetli göründü. Tepsisinde tavuk vardı. Kedi bunu
görünce çok mutlu oldu demek dün ibadetlerini iyi yapmıştı ki kıymetli ona en
sevdiği yemeği getiriyordu. Kıymetli oturdu bir masaya. Bir andan yemek yerken
bir yandan da telefonuyla uğraşıyordu. Ah şu telefon denilen zımbırtı yok
muydu? Son asrın bozukluklarından. Küçük kedinin büyük büyük ananesi hep şöyle
derdi:
“Ah şu aletten önce hayat ne
güzeldi.Kıymetliler hep bizle ilgilenirdi. Ama sonra şu deccal denen şey ortaya
çıktı ve tüm ilgiyi üzerlerine çekti. Artık daha fazla ibadet yapsak da o
önceki ilgiyi göremiyoruz.”
Hele bazen küçük
kedi o telefonlarda kıymetlilerin kendilerinden daha tatlı olan kedileri izlediğini
görünce kahroluyordu. Ama bugün başkaydı. Çünkü kıymetli dünkü ibadetlerini
beğenmiş ki tavuk getirmişti bugün. Hemen gitti hafif hafif mırlamaya başladı
ve koltuğun biraz uzağına oturdu. Ufak ufak kıymetlinin yanına sokuluyordu. Tam
bu ara öbür taraftan koca bir kedi geldi. Bu yoksa annesini yüzüstü bırakan
şerefsiz babası değil miydi? Evet oydu. Hiç sevmezdi küçük kedi babasını. Bir
kere bile babalık yapmamıştı kendisi için. Boyuna kendisini düşünüyordu şuan
olduğu gibi. Hiçbir ibadet yapmadan tavukları almaya çalışıyordu şimdi de.
Masaya her an atlayıp tavukları çarpıp götürecekti. Ah böyle günahkar kediler
yüzünden geçen yıl kıymetliler tüm kedileri dışarı kovarak cezalandirmamış
mıydı! Hala dersini almamışa benziyordu küçük kedinin günahkar babası. Bu ara
kıymetli eliyle büyük kediyi savuşturdu. Küçük kedi bu duruma çok sevinmişti.
Öyle ibadet yapmayana nimet de yoktu. Yoksa böyle kıymetlinin gazabına
uğrarsın. Küçük bu olaydan sonra daha istekli yapmaya başladı ibadetini ve
sonunda mükafatını alacağını anladığı o kutsal sözler kıymetlinin ağzından
döküldü: “Gel pisi pisi...” Küçük kedi hemen sokuldu kıymetliye doğru. Ödülünü
almak için beklemeye başladı. Adeta kalbi yerinden çıkacaktı. Kıymetli bugünkü
ibadetlerinden hoşnut olmuştu. Hala inanamıyordu. Bu sırada kıymetli yere
büyükçe bir tavuk parçası attı. Küçük kedi hemen ibadetlerinin karşılığı olan
ödülü alabilmek için hızla harekete geçti. Tam tavuğu alacakken babası olacak
hayırsız hızla geldi ve tavuğu kaptı. Bunu gören küçük kedi şok oldu. Derhal
kıymetliye baktı. Bu olay cezasız kalamazdı. Kesinlikle kıymetli bir şeyler
yapmalıydı. Adalet yerini bulmalıydı. Ama kıymetliye bakınca küçük kedi ikinci
kere şok oldu. Adeta kalbi duracaktı. Kıymetli tüm olup bitene kayıtsız kalmış
bir şekilde telefonuna bakıyordu. Olamazdı böyle bir şey. O kıymetliydi
günahkar kedilere karşı cezalar vermesi gerekti. O yüceydi o kedilerden daha
üstündü. Nasıl böyle bir şey yapabilmişti kıymetli? Yoksa kıymetli dediği
kişiler kıymetli değil miydi? Küçük kedi büyük bir boşluğun içine girmişti bir
anda. Ağlamaya başladı. Derhal gerçek kıymetliyi arayışa geçti. Küçük
patileriyle koştu ve nimetlerin verildiği yere gitti. Dikkatlice incelemeye
başladı. 10 dk önceye kadar kıymetli diye düşündüğü insanlar yemeklerini
aldıktan sonra bir makinaya kartlarını okutuyordu. Kimse kartlarını okutmadan
geçmiyordu içeri. Yoksa bu kartlar mıydı gerçek kıymetli? Yoksa insanların
kartlarını okuttuğu post cihazları mı? Küçük kedi büyük bir boşluğa düşmüştü.
Tam kartlar gerçek kıymetli diyecekken bir çocuğun kartını bozuk olduğundan
dolayı okutamaması bu fikrinden caydırdı. Kıymetli dediği şey asla bozulamazdı.
O zaman şu post cihazı kıymetliydi. Ama birazdan post cihazının kağıdı bitti ve
millet kartlarını okutamaz oldu bir anda. Kıymetli dediği şey böyle kağıt parçasıyla
çalışacak kadar basit bir şey olamazdı. Sonra gözü bir anda yemekleri dağıtan
ablaya yöneldi. Ablayı incelemeye başladı. Gelen kişilere nimeti veren kişi
buydu. Ne salaktı bunca zaman nimeti kendi üretemeyip de bu abladan alan
kişilere kıymetli demişti. Bu kişi
kıymetliydi kesinlikle . Derhal koştu ve kıymetlinin yanına gitti. Yanına gider
gitmez kıymetli dediği kişiden tekme yemesi bir oldu. Olamazdı! Demek bu da
kıymetli değildi. Artık kıymetliyi arayacak gücü kalmamıştı. Yoksa kıymetli
diye biri yok muydu. Her şey bir tesadüften mi yanaydı. Yoksa şu an yaşadıkları
gerçek kıymetli tarafından hazırlanmış bir imtihan mıydı? Kafası çok
karışmıştı. Yaşama heyecanını bir anda yitirdi. Artık ölmek istiyordu. Bu hayat
onun küçük yüreği için fazla gelmişti. O an kararını verdi kendini öldürecekti.
Hem bu sayede gerçek kıymetlinin olup olmadığını anlayabilirdi belki. Derhal
binanın tepesine çıktı. Kenara kadar sokuldu. Aşağı baktı. Her şey küçücük
görünüyordu. Şuan ölmekten korkmuyordu. Tek korktuğu şey öldükten sonra da
kıymetliyi bulamayacak olması fikriydi. Bunları düşünürken kendini aşağı attı.
Son sözleri şuydu: “Affet beni arayıp da bulamadığım kıymetli!”
Bir
gün sonra gazete de şu manşet atılacaktı:
“Davutoğlu’nun üniversitesinde Allahın verdiği can hunharca katledilmiş bir şekilde bulundu.”
03.05.2015
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
0 Yorumlar