Geçen gün karşıma sesli kitap uygulamalarından biri çıkınca ben niye sesli kitap okumayayım ki deyip Storytel uygulamasını indirdim ve dinleyeceğim ilk kitap olarak basit bir kitap olsun derken Simyacı’da karar kıldım. Sesli kitap ile ilgili görüşlerimi biraz daha deneyimledikten sonra farklı bir yazıda anlatacağım için şimdilik rafa kaldırıyorum ve geçiyorum dinlediğim kitap olan Simyacı’ya.
Yolculuk yapan bir karakteri yolculuk esnasında dinlemesi benim için epey keyif vericiydi. Ama kitap benim için keyifle dinlemekten öteye geçemedi. Acaba okumadığım için anlama oranım mı düştü derken internetteki yazılanlar ve yazarın okuduğum önceki eserleri aklıma gelince aklıma dank etti. Biraz bakındıktan sonra gördüm ki kitap tamamen Takkeci İbrahim Ağa hikayesinin çakması imiş. Tabi belki esinlenme vs demek istesem de yazarın okuduğum diğer iki kitabından sonra bunu demem bir hayli güçleşiyor. Benim gördüğüm kitaplarının daha fazla satılabilmesi için çabalayan bir yazar. Elbette bunu her yazar ister. Hatta ne yalan söyleyeyim ben de bu kadar çok satılmış bir kitabın yazarı olmak isterim. Ama bunu yaparken bazı şeyleri de okurun gözüne sokmak istemem. Maalesef Coelho, kişisel gelişim zırvalarını gözümüze sokmaktan başka bir şey yapmıyor. Hatta size yazarın bir diğer kitabı Aldatmak’a yaptığım incelemeden birkaç cümle söyleyeyim de ne demek istediğim anlaşılsın:
“Kitaptaki karakterin ise
hatırladığım kadarıyla hiç böyle inançları yoktu. Tamamen olaylara materyalist
bir şekilde etrafındakileri pek düşünmeden kendi mutluluğunu yaratabilmek için
fevri kararlar alabiliyordu. Sayfalar ilerledikçe de bir anda uzman bir
felsefeci ya da sosyolog ya da psikolog gibi bazı tespitler yapmaya başladı. Bu
da belli bir süre sonra karakterin ağzından değil de yazarın ağzından çıkan
kişisel gelişim sözlerine doğru gitmeye başladı. Bu da baş karakterimizin
kafamda ete kemiğe bürünmesini zorlaştırdı. Yazar bu durumu bir diğer kitabı
olan Veronika ölmek istiyor’da da yapmıştı. Paulo Coelho artık bu duruma dur deyip
karakterlerini daha gerçekçi hale getirmeye çalışmalı. Vereceği düşünceleri
kitaba iyi yedirmeli. Bunu yapmadığı sürece yazacağı kitaplar hep eh işte denen
kitaplar kategorisinde kalacaktır.”
Bu yazdıklarım Simyacı için de
geçerli. Tabi Simyacı’da konu itibari ile felsefeye carta curta girmek
gerektiği için pek de anlaşılamıyor. Konu demişken kitaptaki olay da şu:
Mutluluklar uzak gibi görünse de aslında hep gözümüzün önündedir. İç sesimizi
dinlemeliyiz falan filan işte. Böyle bir konuda da felsefe yapmak doğal zaten.
Aman ben ne anlatıyorum. Zaten başta da belirttiğim gibi kitap tamamen çakma
olduğu için pek de oturup kitabın konusu hakkında konuşmak istemiyorum. Bu
sebeple kitaba puan da vermeyeceğim. Ama çakma olması vs kitabın sıkıcı olması
gerektiği anlamına da gelmiyor. Ben kitabı dinlerken epey eğlendim. Yazarın
okuduğum diğer iki kitabına göre de sanki daha güzel gibiydi. O yüzden bu
incelemeyi okuduktan sonra kitabı okumama kararı almanızı istemem. Aman ya da
alın! Zaten okumak istemeniz kitabın popüler olmasından kaynaklı. Ben de o
sebeple okumadım mı zaten! Dur bu kadar ünlü kitap ne anlatıyormuş diye merak
ederek okudum. Bu sebeple de bir kısır döngü oluşuyor ve kitap çok satanlardan
da inmiyor. Kitap popüler diye de eleştireni de haliyle az olabiliyor. Çıplak
kral hikayesinde olduğu gibi birinin artık çıkıp bu tarz kitaplar için “Kral
çıplak!” demesi lazım. Diyen de var ama o hikayedeki çocuk kadar sesleri veya
seslerimiz gür çıkmıyor demek ki. Neyse yahu. Şu ana kadar yazardan okuduğum 3 kitap bana fazlasıyla yetti. Bir süre farklı bir kitabını okuyacağımı sanmıyorum. Hepinize bol okumalı günler dinlerim. Tabi benim gibi ayrıca kitapları dinleyenler için de bol dinlemeli günler dilerim. :)
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
0 Yorumlar